Munro'nun Öyküleri Jöle Kıvamında

| 0 yorum

Nobel Edebiyat Ödülü Kısa Öykünün


82 yaşındaki Kanadalı Alice Munro Nobel Edebiyat Ödülü’nü alan 13. kadın yazar oldu. Üstelik ödül ilk defa bir kısa öykü yazarına verildi. Munro, Kuzey Amerika ve İngiltere’de zaten çok uzun süredir tanınıyordu ama İsveç Akademisinin ona layık gördüğü ''çağdaş kısa öykünün ustası'' ünvanı ününü uluslararası bir platforma taşımasını sağladı. Ödül sadece Kanadalı ve kadın yazarlara dikkat çekmekle kalmayıp kısa öyküye geç de olsa hak ettiği değeri kazandırdı.

Nobel ödülü ne zaman bir sanatçıya verilse, medya çalkalanır. Şüpheler, dedikodular, şaibeler başlar. Neden Munro, diye sordu herkes, anlamsız bir patırtı koptu. Munro’nun bu soruya verecek cevabı yok ne yazık ki. Kim Olduğunu Sanıyorsun Sen isimli kısa öyküsünden de anlayacağınız gibi Kanadalılar kendileriyle övünmeyi hiç sevmezler.

Munro kendini ev kadını olarak tanımlar ve bu yüzden birçok okuyucu onun konularını fazla ailevi ve sıkıcı bulabilir. Erkek yazarlardan bir tanesi Munro’nun iyi öyküler yazdığını ama buna rağmen onunla kesinlikle yatmak istemediğini söylemiştir.  Ben de meraklısı değilim zaten, diye karşılık vermiştir yazarımız ciddiyetle.

Nobel’e giden yol onun için hiç de kolay olmamıştır. Onun yaşadığı zamanda ve yerde bir edebiyatçının ortaya çıkması neredeyse imkânsızdı. Kendisi 1931 yılında doğmuş, çocukluğu ekonomik krize, gençliği ise İkinci Dünya Savaşına denk gelmiştir. Hikâyelerine de konu olan güneybatı Ontario’da ufak bir kasabada yetişmiştir.

Meşhur Amerikalı yazar Raymond Carver’ın kadın hali diye düşünürüm çoğu kez Munro’yu. Öyküleri diyaloglarla, günlük hayatla, basit karakterle bezelidir. Fazla bir şey olmaz, durum öyküleridir bunlar. Kısa zamana sığan gündelik, sade öyküler. Carver öyküleri dokuz on sayfayla sınırlı kalırken, Munro’nunkiler kimi zaman elli altmış sayfayı bulabilir. Belki de bunda Munro’nun kadın yazar olmasının payı vardır.

Greame Gibson’un, Alice Munro ile yaptığı röportajı belki öykülerini daha iyi anlamanıza yardımcı olabilir diye sizler için video kaydından çevirdim.

Sizce yazarlar, fizikçiler veya antropologlar gibi özel bir bilgiye mi sahipler?

Bilgi değil de, belki de farklı görüş diyebiliriz buna. Düşüncelerle ilgilenen entelektüel bir yazar değilim ben. Analiz veya tahlil yapamam ben ama siz belki bunu yaşamın yüzeyi olarak adlandırabilirsiniz, bu dış yüzeyle, görünenle ilgiliyim ben.

Nasıl şeyler bu yazarların gördükleri?

Benim için insanların nasıl göründüğü, neler dediği, nasıl koktuğu, günlük şeyler işte. Her gün olan şeyler. Bunlar çok önemli banim için. Tam da hayatın, olanların ton ve dokusunu verebilmek benim için çok önemli. Bu benim kendi inancım, dünya üzerindeki her hangi bir dinle alakalı olduğunu söyleyemem.

Sizin için yazmak neden önemli?

Aman tanrım! Neden mi yazıyorum? Cevaplayabileceğimi sanmıyorum bu soruyu. Her zaman yazdım. Yazmayı bir terapi olarak görmüyorum. Niye önemli bilemiyorum. Ama yazmamayı hiç düşünmedim ki ben.  Asla bir kitap yazıp sonra biraz dinlenmedim. Hemen bir diğerini yazmaya başladım. Bütün meselelerimle uğraşacak kadar uzun yaşamayacağım.  Buna rağmen acele etmem. Çok yavaş yazarım. Yazdıklarım da yavaştır zaten, öykülerdeki olaylar jöle kıvamında gelişir.

Hep yazacak bir şeyler var. Düşündüğüm bir şey üzerine çalışıyorum. Geriye bakınca, çok da fazla bir şey yazamamışım diyorum. Olan bir şey bu… ya da bırakacağım. Yapabilirsem…

Olan bir şeye tepki mi sizinki? 

Dış dünyada olan bir şey değil bu, kafamdaki hikâye daha çok. Böyle adlandırabilirsiniz; karakterler, ilişkiler, bu insanların yaşamı. Bunları zihnimde görebiliyorum, çok net değil, loş daha çok. Ben üstünde çalışırken değişebilen şeyler bunlar.  Başa çıkmam gereken şeyler. Veya başa çıkmakta başarısız olduğum şeyler. Bir şeyle başa çıkabilmek için, daha önce defalarca denemiş olmalıyım bu şeyi. Bu var olan bir şey tabii ki, dış dünyaya ait bir şey. Başka nereden gelebilir ki meselelerimiz? Ama ben fazla şey söyleyen bir yazar değilim. Bir varoluş problemi üzerine veya bir ilişki veya kendi deneyimim üzerine yazarım.

Sizin yaptığınız bir problem çözme değil o zaman?

Duygularım çok karmaşık. Nobel’i almak benim için çok büyük bir onur. Bunun kendi başınıza geldiğini hayal etmek çok güç. Nobel’i nasıl aldım, bu noktaya nasıl ulaştım inanın hiç bilmiyorum. Karmakarışık duygular. İnanamama ve şok hali. Ama sevinmediğimi de söyleyemem.

Kendinizle gururlanıyor musunuz?

Tabi ki. Ama biliyorum ki yazılı bir şey için değerlendirme yapmak çok zor ve başka bir sürü insanın da edebiyatta gururlanılacak işler yaptığını biliyorum. Fark edilmek gerçekten büyük bir şans. Sadece çok nadir olan bir şeyi yaptığınız için değil bu. Bu ülkede ve başka yerlerde çok iyi yazarlar var. Ve siz onları temsil etmek için seçiliyorsunuz. Ben böyle hissediyorum Nobel konusunda.

Belki de Ontario’yu temsil ediyorsunuz?

Yok, ben Kanada’yı temsil etmek isterim. Çoğunluk hikâyelerimdeki mekanın Ontario olmasına ve son yıllarımı burada geçirmeme rağmen. Çocukluk size öyle bir kazınır ki, bütün malzemeleriniz orada birikir. On iki yaşına gelene kadar olur bu. Evet, bu anlamda Ontario’yu temsil ediyorum.

Hikâyelerinizin birçok insan için önemli olmasını neye bağlıyorsunuz?

Bu öykülerin birçok insan için önemli olması çok güzel. Yazarken insanlara ulaşmak istersiniz pek tabi. Tümüyle kendiniz için yazmazsınız. İlk önce gerçeğe en yakın bir şekilde ortaya dökersiniz, olabildiğince sizin gerçeğinize en yakın şekilde, sonra da diğer insanlara ulaşmasını temenni edersiniz. Eğer ulaşabilmişseniz, bunu bilirseniz, çok mutlu olursunuz. Önemli ilk nokta budur. Yazılarınızla konuşabilmek. Birçok insana konuşabilmek, benim yaşımda, belki benim cinsiyetimde ama aynı zamanda diğerler insanlara da konuşabilmek.

Ya bana, bir okuyucu olarak, vermek istediğiniz?

Ontario’da ufak bir kasabada yetişmiş birinin hislerini. Ama aynı zamanda duygularını da, kadın veya erkek olarak belirli duygular değil. Evrensel hisler bunlar. Bunu yapabilmişseniz eğer çok şanlısınız gerçekten de.
Kitaplarınızın çoğunu ev hanımı olarak ortaya çıkardım.

Çok organize olmalısınız.

Hiç de bile. Çok genç evlendim. Benim çevremdeki tüm kadınlar gibi. Sonra da çocuklarım oldu. Ev idare ettim. Çok da zor değildi hani. Yazmak tabi ki hep zordu ama bu size bir meşguliyet hissi veriyor. Eğer çocuklarınız sağlıklı ise, bu size zaman kazandırıyor ev işlerinde. Eğer istiyorsanız, yazmaya ayırabileceğiniz biraz da zaman kalıyor geriye. Bunun için ev hanımı olmak benim için bir şanstı. Dışarıda çalışıp akşam eve tamamıyla bitik bir vaziyette dönmektense. Yazamazdım o zaman. Eşim yazma isteğimi anlıyordu. Bir kitapevi işletiyor. Kocamın anlayışlı olması kulağa garip geliyor değil mi, yaşımı ortaya çıkarıyor bu.

Kendinizi geç olgunlaşan biri olarak tanımlıyorsunuz. Bununla ne demek istiyorsunuz?

Kırklarımdan önce beni pek kimse fark etmedi. Evet, kitaplarım arada sırada basılıyordu ama kendimden başka kimseyi memnun etmek durumunda değildim. Benim için önemli olan da buydu.

Kadın yazarların rolü nedir sizce?

Bütün yazarlara söyleyebileceğim şey, mutlaka söylemeleri gereken doğrularını bulabilmeleri ve bunu yazabilme şansını yakalamaları.

Yazarken sizi benzersiz kılan nedir?

Yazma işini çok ciddiye alıyorum. Yazmak benim için büyük bir zevk. Benim yazılarım benzersiz, benim yazılarım şöyle, böyle diye bir şey düşünmüyorum. Kendi memnuniyetim için yazıyorum. Bütün yapabileceğim de bu zaten. Gençken hikâyeler yazarsınız, büyüyünce roman. Benim zamanımda beklenti böyleydi. Bende böyle olmadı. Bütün hayatı boyunca hikâye yazmak isteyenler bunu yapabilmeli. Ve kimse onlara, sen büyüdün artık roman yazmalısın, dememeli.

Hala yazıyor musunuz? 

Geçen doğum günümde artık yazmayacağım demiştim. Çünkü on, oniki yaşımdan beri yazıyordum. Ve durma zamanımın geldiğini düşünmüştüm. Ve rahatlamanın. Yazar hep çalışır. Durmadan. Deneyecektim. İşte bir süredir deniyorum.

Utangaç olduğunuzu söylüyorlar. Bu ödülün hayatınızı değiştireceğini düşünüyor musunuz?

Sanmam. Sizle ödül üzerine konuşmayı seviyorum. Konuşmayı hep sevdim çünkü konuya bir ciddiyet getiriyor. Utangaç olduğumu sanmıyorum. Herkes yaptığı işle ilgili biraz dikkat çekmek ister. Yazarın yalnızlığında bu bence çok hoştur.

Bana soracak olursanız: 

Munro’nun  en güzel öyküsü Bazı Kadınlar kitabındaki Çocuk Oyunu. Yukarıdaki röportajda kendisinin de belirttiği gibi her şey çocuklukta kazılıdır. Suçlar ve günahlar da. Çocukluğun masumiyetinden yetişkinlerin günahkâr dünyasına geçiş özel bir tören niteliğindedir. Ne kadar bilinçaltının derinlerine itmeye çalışırsak çalışalım unutulmaz. Hiç beklemediğimiz bir anda ortaya atar kendini.

Alice Munro’nun; Çocuklar Kalıyor, Bazı Kadınlar, En Güzel Aşk Hikayeleri, Kaçak ve Nefret, Arkadaşlık, Flört, Aşk, Evlilik gibi Türkçe’ye çevrilmiş kitapları  bulunuyor.

Çeviren ve Yazan
Füsun Çetinel



0 yorum :

Yorum Gönder