Hakan Günday'la Sohbet

| 0 yorum

Edebi Dertleşme

Boğaziçi Üniversitesi Edebiyat Kulübü Yaratıcı Yazarlık Dersleri

Buraya, yaratıcı yazarlık dersleri adı altında davet edildim. Ama benim derslere alerjim var, onun için gelirken tansiyonum çıktı. Üniversite hayatım on yıl sürdü ve ben dersle barışamadım bir türlü.

Edebiyattaki teknik konular ve kurallarla ilgim sınırlı. Onun için bu konuşmaya dertleşme diye bakalım. Size hikâye anlatımının hayatımdaki yerini anlatırım. Yaptığım yanlışları anlatırım. Son on üç yıl içinde yazıyla nasıl mücadele ettiğimi anlatırım.

Yirmi üç yaşıma kadar şiir veya deneme çalışması yapmadım. Yazmak aklıma gelmedi. Müzik ve resimle uğraşıyordum. Ancak üniversitenin ilk yıllarında her nedense elim kaleme gitti. Hikâye anlatmaya başladım. İş arayışı içindeydim. Okuduğum bölüm olan kamu yönetimiyle ilgili bir ilerleme alamayacağımı anlamıştım. Yazmaya çıkar hesabıyla başladım. Baktım anlatabiliyorum, devam ettim. Yazar kendini kandırabiliyor. Kendimi bir paragrafa bakarken ve bunu ben mi yazdım derken buldum.

Yazmak düşünmenin en iyi yolu. 

Konuşarak devamlı aynı şeyleri söyleyebiliriz. Ancak biri bizi ikaz ederse farkına varırız bunun. Ama yazmak öyle değil. İlk başladığımız kelimeden sonra yeni kelimeler bulmaya, paragraf üstüne paragraf inşa etmeye mecburuz. Aksi takdirde ilkokulda aldığımız cezaya benzer cümleler olur bunlar, hepsi birbirinin aynı. Ve yazıyla o dediğim noktaya geliyorsun işte, bunu ben mi yazdım, diyorsun.

Yavaş yavaş, yazdığım şeyler anlam veremediğim şeyler oldu. Aklımın yatmadığı karşısında dehşete düştüğüm, varlığına sebep bulamadığım şeyleri yazmalıyım. Belki bir yol bulabilirim. Yaklaşabilirim o meselelere. Benim temel meselem bu olmalı, dedim.

Eğer birey, temelleri kendinden önce atılmış olan her ne varsa, bunları reddeder ise ne olur? Bu soruya hizmet edecek bir hikâye yazmaya başladım. Esas patron çözmeye çalıştığım bu sorun. Ve hikâyeyi bu sorunu tartışmak için kurdum.
Sonra kısa zamanda bir sorudan yola çıkıp bin soruya varabileceğimi gördüm. Yanıtları beni ilgilendirmiyordu. Ormana bir kere girdiniz mi yanıtların peşinden koşmazsınız, soruların arasında gezmeyi sürdürdüm.

Yavaş yavaş, çalışma biçimime dönüştü bu. Yaza yaza yazmaya âşık oldum. Düşüncelerin kafamda yankılanışına, yalnızlığa, kelimelere âşık oldum.
Hiçbir şeyin etkisinde değilsiniz. Her şeyi yazabilirsiniz. Yazının dışında, her şeyi yapamadığımız, kuralları olan bir dünya var oysaki.

İlk önce her şeyi parçalamak gerekiyor. İlk başta parçalamaya kendimle başladım. İsmimle başladım. Hakan Günday karakterini yazdım Kinyas ve Kayra’da. Hayal dünyasında her şey mümkün. Dünyayla ilgili ileri geri konuşabilmeliyim, kendimle ilgili ileri geri konuştum. Aynada inceleyebileceğimiz ve asla sizden kaçmayacak bir varlığa sahibiz, kendimiz.

Hangi soruyu bilmiyorsam oradan başladım. 

Nerem acıyorsa oradan başladım. Çok kişisel bir şey olduğunu anladım. Doğumdan itibaren her zihinde kişiye özel oluşmuş bir şifre var. Sizi siz yapan, her şeyin yaratıldığı bir filtre. Hayatı içine dökünce bu filtreden, geriye kalan, süzülen, biricik şey. İnsan sayısı kadar rahatsızlık olduğunu gördüm. Okumalarım değişti. Diğer filtreleri anlamaya çalıştım.

Korkularımı yazmaya başladım. Korkmak anlamamanın sonucu. Nereden geldiği belli olmayan sesler, gölgeler, kokular. Neden korkuyorsak onu anlamıyoruz demektir. Korkunun üzerine gittim. Yazmak karanlıkta, sesler içinde olanları anlamaya çalışmak. Karanlığı, ormanı anlamaya çalışmak. Sizi korkutan şeyin üzerine düşünmek, hayal kurmak. Ancak korkuları üzerinde ilerleyebilir insan.
Yaza yaza öğrendim. Benim iyi geçinmem gereken kitaplar olduğunu anladım. Türkçe yazıyorsam eğer Türkçede çıkmış bütün sözcükleri bilmem gerekirdi. Sözlükle iyi geçinmek gerekiyor. Kelimelerin çeşitli kullanıldığı metinlerin hepsine bakmaya çalıştım.

Önce bir kelimeyle başladım. Sorunumu bulacağım, ben neyi tartışmak istiyorum. Sonrasında onunla birlikte gelişebilecek kelimeyi bulacağım ve onun hikâyesini anlatacağım. PİÇ mesela, son kelime HİÇ. Araya bir roman yazmam gerekti. Düşünmemi sağlayan buysa eğer, sözlükle iyi geçinmem lazım. Bu yollar kendi elimizde, kendimize açtığımız yollar. Bu kişisel bir şey, kalite denetlemesi yok, çok özel.

İlk kitap bitti, beş yüz altı yüz sayfa bir şey. İkinci kere okuyorum, baktım bir sürü hata. Ben ne yaptım dedim kendime. Bir daha okudum. Aklıma yatan birkaç paragraf buldum içinde. Ve dedim ki, doğru paragrafı yazabilmek için dört yüz saçma paragraf bulmam gerekiyor.  Ve böylece okumam da gelişti. Daha önce bir kitabın belli bir kalitede olmasını istiyordum. Her cümlesi, her paragrafı altı çizilecek değerde olmalıydı. Eğer bir paragraf bulursam dört yüz sayfalık bir kitapta, ne kadar istisnai bir şey dedim. Tek bir cümlede buluşabildik, ne güzel. Değdi her şeye.


Kötü, saçma metinler yazacağım. 

Baştan kabul ettim. Bunların hepsi bir arayışın parçası olacak. Bir paragrafın arayışı ormanda. Öncelikle bir metinin son derece hatalı olduğunu baştan kabul etmeli. İnsanı özgür kılan şey bu. Her şeyi yazabilirsiniz korkunuz yok. Tek istediğiniz düşüncede ilerlemek. Hemen hemen tüm kitaplarda benzer şekillerde devam ettim. Hepsinde çelişkiler vardı. Hikâyenin temeli çelişki. Varlık ve yoklukla başlayan. Her türlü çelişki. Ana unsur bu. Net bir fikir sahibi olmak gerekmediğini anlayıp kabul ediyorsunuz. Anlık, bulanık bir şey. Çevre bulanık. Her şey değişir. Yeter ki baştan kabul edin. Beklentileri altta tutun. Baştan altı yüz sayfalık metinde tek bir adım bile atamayacağınızı bilirseniz, o zaman koşmaya başlayabilirsiniz. İlla yayınlanması da gerekmiyor. Yazmak düşünmektir.

Diyorlar ki, yazacak hiçbir şey bulamıyorum. Defter, kalem, her şey hazır, ilham yok. O zaman ilk cümle şöyle olmalı, yazacak hiçbir şey bulamıyorum. Onu yazabilir. İçim bom boş mu? Herkesin öyküsü var da benim yok mu? Bu işin özü bu. Kendinizle ilgili neyi bilmiyorsanız öyle bir yol. Şüpheniz varsa onu yazın.
Baskılardan, her şeyden muaf. Yerçekiminden bile muaf. Sizin dünyanızda bulutlar yerde olabilir. Yeniden bir dünya kurmuşsunuzdur. Her şeyden muaf bir hayal birikimi vardır. Metni üreticisinden muaf tutar. Bir özgürlük bu. İçini doldurması tamamen size kalmış. O dünya özünde anonim.

İlk kelime ile son kelime arasına sıkışmış bir dünyayı baz alarak okurum metni.  O dünyaya inanarak. Metinle yalnız kalabilmesi için gerekir. Bunlar yazarın hayat tutanakları değil. O metin bambaşka şeyler olabilir. Örneğin bencil bir insan fedakârlık üzerine müthiş şeyler yazabilir. Ve biz etkileniriz. Adamı tanısak hâlbuki belki ilk sayfadan sonra kitabı bir kenara atabiliriz.

Bir kitap ekinde, kapakta sizin için, Hakan Günday Kâğıda Kusan Yazar, ibaresi var. Bunun hakkında ne düşünüyorsunuz? Kusmak bir hastalığı çağrıştırdı bende.

Aksayan şeyler ilgimi çekiyor. Beni rahatsız eden şeyleri yazıyorum. Nereye baksam aksayan bir yön görüyorum. Çıkan şeyler de çok da estetik olmayan şeylere dönüşüyor. Belki bunu kastetmiş olabilir yazan kişi.
Ya da, ilk kitabım için, yazmayı,  cümle kurmayı ölüm kalım meselesine getirmiş olmamla ilgili olabilir.

Hayat midenizi bulandırıyor denebilir mi?

Evet, hayat fazlasıyla midemi bulandırıyor.

Etkilenmeye, şaşırmaya, hayran kalmaya çalışıyorum her zaman. Bu bir kas bence. Bu kası çalıştırmak için daha çok müzik dinlemeye, film seyretmeye, tablolara bakmaya çalışıyorum. Hayat bizi sadece biyografi okumaya teşvik ediyor. Bu kasın çalıştırılması gerekiyor. Son okuduğu şiirden etkilenip bu dünyadan gidiyorsanız iyidir. Demek ki etkileniyorsunuz. Her şey açığım. İlham alışverişi karşılıksız tek şey, onu bulabilmek için koşturuyorum.

Yazma işinde sana patronluk taslayacak çok şey var. Kim okuyacak, hangi yayınevi ilgilenir, kaç satar, kaç dile çevrilir. Bunlardan kurtulmanın tek yolu var. Esas patronun hikâye olduğunu kavrarsan kimse sana patronluk taslayamaz. O patrona ihanet edemezsin. Kimi patron edindiğinle alakalı. Hikaye ne emrediyorsa onu yaptım.

En iyi yaratıcı yazarlık dersi bence hemen şimdi oturup yazmaya başlamak. Umutsuzluğu yaz. Umutsuzlukla ilgili tüm hikâyeler güzeldir. Bu bir maraton, bir süreç, bir inşaat. Tek katta da, on beşinci katta da çıkabilir hikâye. Ya da saatler, günler, yıllar sürebilir...

Derleyen: Füsun Çetinel

0 yorum :

Yorum Gönder