Kurbanın İntikamı

| 0 yorum


Kurban kesme fikri banka müfettişi Hakkı’ya emekli olduktan sonra musallat oldu. Çalıştığı yıllar boyunca hep munis bir adam olmuştu. Evde karısının kuralları geçerliydi. Aybaşında eline geçen parayı ortak hesaplarına yatırır, gerisine karışmazdı pek. Alınacak eksikler, doktor masrafları, yazlık evin taksitleri, Ayça’nın özel ders paraları, Emre’nin diş telleri, her şeyi en ince detayına kadar düşünürdü karısı.

Dört gözle beklediği emeklilik daha ilk gününde onun için bir hayal kırıklığına dönüştü. Kahvaltısını edip gazeteleri etraflıca okuduktan sonra günün kalanında ne yapacağını bilemeden dolandı evde. Televizyonu açtı, evdeki kocasına bela okuyan şirret bir kadınla yüz yüze gelince sinirlenip kapatıverdi. Canı sabah kahvesi çekti. Suade yemek yapmaya oturmuştu çoktan. Mutfakta radyosunu açmış, sebzelerin arasında kendine ayrı bir dünya kuruvermişti. Tezgâh ayıklanmayı bekleyen maydanoz, soğan, pırasa öbekleri ile kaplıydı. O karmaşada karısından kahve istemeye cesaret edemedi, salona döndü. Bir koltuğa attı kendini. Kapının ziliyle irkildi. Gündelikçi kadın gelmişti. Kova, süpürge, temizlik deterjanları ortalığı kaplayıp kapı pencere ardına kadar açılınca, Hakkı uzun bir yürüyüşe çıkmakta buldu çareyi. Evde istenmiyordu besbelli.

Her sabah çantasını alıp bankanın yolunu tutmaya alışmış Hakkı o ilk emeklilik gününde ne yapacağını bilemedi.

Karı koca sohbet etmeye, günü paylaşmaya alışık değillerdi. Gezmeyi tozmayı, hayata karışmayı sevmeyen Suade’nin tek zevki haftada bir de semt pazarına gitmek, yemek pişirmek ve belki bir iki arkadaşını ziyaret etmekti. Sokağa çıktığının ertesi günü hasta dönerdi eve. Çabuk yorulan, hastalıklı bir kadındı.

Hakkı kahvaltı sonrası ufak yürüyüşlere çıkmaya başladı. Civardaki sokaklara, parklara yürüdü. Amaçsız yürümek zoruna gitti kerli felli banka müfettişinin. Yakındaki kahvede birkaç emekli ile sohbet etmeyi denedi, kendisine yakıştıramadı. İkinci gün kahveden elini ayağını çekti. Başka bir gün yakındaki caminin avlusu ilgisini çekti. Ulu çınarın altındaki banklarda oturmak pek keyifliydi. Geleni geçeni seyretti. Birkaç adamla lafladı. Dini bütün, ne dediğini bilen, bilgili insanlara benziyorlardı. Hocanın hoparlörden etrafa yayılan davudi sesi onu derinden etkiledi. Hayatın anlamı ve başka bir sürü şey üşüşüverdi işten güçten yer açılan aklına. Şimdiye kadar üzerinde kafa yormadığı şeyleri kurcalamaya başladı. Akşamüstü eve dönerken pek mutluydu.

Cami avlusunda geçirdiği gününü heyecanla karısına anlattı. Suade sesini çıkarmadan dinlemekle yetindi. Nasılsa yakında sıkılır gitmekten vazgeçer, diyordu içinden.

Bir akşam yemeğinde, bu yaz kurban keselim, deyiverdi Hakkı. Suade’nin her yanını ateş bastı. Nereden çıkmıştı bu kasaba âdeti şehrin tam orta yerinde? Ayça ile Emre, olmaz baba, hayvan canlı canlı kesilir mi hiç, diye itiraz ettiler. Zaten dindar olmayan karısı, artık camiye gitme, kendine başka bir uğraş bul, dedi. Bir banka müfettişinin camide işi neydi? Duyan arkadaşları, çevresi ne derdi tüm bunlara? Hem durup dururken kurban kesmek de nereden çıkmıştı? Canilikten başka bir şey değildi canım. Canı et istiyorsa gider kasaptan alırdı.

Hakkı cevap vermedi ama camiye gitmeyi de sürdürdü. Yeni arkadaşlarıyla sohbet etmekten zevk alıyordu. Yepyeni bir dünya açılmıştı önünde.

Okullar kapanır kapanmaz ailece yeni yazlıklarına doğru yola çıktılar. Suade şehirden ve kocasının cami takıntısından kurtulduğu için seviniyordu. Evleri deniz kenarında modern bir sitenin içindeydi. Hemen arkalarında sık çam ağaçlarıyla kaplı bir orman başlıyordu. Evi temizleyip yerleştiler. Ziyarete gelen dostlarını ağırladılar. Suade pazardan mevsimlik meyveler alıp güneşte reçel pişirme hazırlıklarına girişti. Çocuklar yazlık arkadaşlarına ve denize kavuşmanın sevincini yaşıyorlardı.

Kurban bayramı öncesiydi. Verandada denize karşı sabah çaylarını yudumlarlarken Hakkı kurban konusunu açıverdi yeniden.

Tam yeri, diyordu. Yazlıktayız, bahçemiz var. Ev de yeni. Bir taşla iki kuş vurmuş oluruz.

Kurban fiyatlarından haberin yok senin besbelli, dedi karısı. Daha mutfak ve banyo yarım yamalak. Evin taksitleri bile bitmedi. Hangi parayla kurban kesmeyi düşünüyorsun?

Kaç liraysa kaç lira. Sevap işi bu, senin mobilyalarına, porselen takımlarına benzemez. Kırk yılda bir de benim isteğim olsun.

Ama babacım yazık değil mi o güzel şeye, demeye çalıştı Ayça.

Pirzolaları ikişer üçer yalayıp yutarken öyle demiyorsunuz. İtiraz istemem, dinimizin gereği, deyip kestirip attı Hakkı.

Emre de bir şeyler söylemek istedi önce sonra babasıyla takışmaktan vazgeçti. Suade baktı ki kocasını ikna etmenin, bu kurban fikrinden caydırmanın yolu yok, beni karıştırma da, ne halin varsa gör, dedi. Tabağını alıp içeriye geçti.

Hakkı’nın tek başına halledebileceği bir şey değildi bu kurban işi. Şimdiye kadar yanında karısı olmadan bir limon bile seçmemişti. Koca koyunu nasıl seçecekti? Oğluna ilişti bakışları. Emre gözlerini kaçırdı. Başına gelecekleri anlamıştı.

İkimiz bir olursak çocuk oyuncağı bu iş. Bahçeye bağlarız, kesimi bizim kasap halleder. Yarın kahvaltı sonrası erkenden kasabaya inelim, oldu mu aslan oğlum? Kurban işi geç kalmaya gelmez, dedi Hakkı oğlunun sırtını sıvazlayarak.

Emre gelmem diyemedi. Daha geçen hafta yeni bir cep telefonu için yalvarıp durmuştu babasına. Beraber gidecekler, en iyisinden bir adet kurbanlık seçeceklerdi. Annesine, babasının koyunu sitenin bahçesine bağlamak istediğini söyleyemedi.

Baba oğul sabah erkenden araba ile kurban pazarına vardılar. Hava cehennemi bir Temmuz sıcağıydı. İnsanlardan düşen ter toprağı ıslatıyordu. Tüm tatil beldesi sanki işi gücü bırakıp buraya üşüşmüştü. O kalabalıkta nereden başlayacağını bilemedi Hakkı. Hocalardan ve arkadaşlarından edindiği kurban seçiminin teoriğini iyi biliyordu da, pratikte zayıftı. Daha önce hiç koyun almamıştı.

Emre babasına belli etmemeye çalışıyordu ama hayvan postu ve dışkı kokularından midesi ağzına geliyor, bağrışan bu hayvanların bir iki güne kadar boğazlanacağı düşüncesi ayaklarının bağının çözülmesine neden oluyordu.
Baba oğul panik içinde en yakın sürüye dalıverdiler. Hakkı gözüne kestirdiği bir koyunu incelemeye başladı. İşe boynuzlarından başladı. Hayvanın kıvrımlı, süt rengi işlemeli boynuzlarında tek bir çatlak, kırık yoktu. Erkek veya dişi fark etmiyordu kurbanda, hayvanın edep yerlerine bakmaya hiç gerek yoktu da herkesin konuştuğu, şüphelendiği bir hadım olayı vardı. Satıcı kendinden emin, koyunun dişi olduğuna garanti verdi. Hakkı hayvanın kuyruk kısmını avuçladı, olması gerektiği gibi yağlıydı. Bir okka çekerdi. Kulak memeleri de iyi durumdaydı, delik, yara bere yoktu. Orası burası ellenen hayvan huylanmaya başlamış, yerinde duramıyor, ince ince meliyordu. Koyun uyarıldığından olsa gerek Emre’nin bacağına sürtünmeye başladı. Telaşa kapılan oğlan babasını kendisine siper etti.

Oğlum boşuna mı getirdim seni buraya? Bir işe yara. Sen de dişlerine bak hayvanın.

Yapma baba, ya ısırırsa

Abicim Allah inandırsın, dişleri senden benden temiz. Tek çürük yok hayvanda. Dili de sapasağlam yerinde. Elle oğlum korkma.

Hakkı ikna olmuştu. Ellerindeki tüm parayı verip, güzeller güzeli koyunu teslim aldılar. Arabanın arka koltuklarını yatırıp, ite kaka tıkıştırdılar hayvanı.

Ter sırtlarından oluk oluk akarken, evlerinin bulunduğu yarımadaya doğru yola çıktılar. Epey kolay hallettik bu kurban işini, dedi Hakkı gururla oğluna dönerek. Emre mide bulantısını atlatabilmek için kafasını camdan çıkarmış temiz orman havasını içine çekmeye çalışıyordu.

Virajlı yolları hızla tırmanırlarken Hakkı aniden durduruverdi arabayı. Koyunun gözlerine bakmayı unutmuştu. Ya körse hayvan? Tüm para boşa giderdi. Kör koyundan kurban kesilmezdi ki. Nasıl da atlamıştı bu kadar önemli bir konuyu. Emre fırsat bilip arabadan dışarı attı kendini. İçinden, keşke kör olsa da, zavallı hayvan da biz de kurtulsak bu işten, diyordu.

Arka kapıyı araladıklarında bir çift kömür karası parlak gözle karşılaştılar. Cin gibi bakıyordu hayvan. Bu gözler imkansız kör olamaz, dedi Hakkı. Koyun kör olmadığı gibi epeyce de akıllı olmalıydı, fırsatı değerlendirip kuvvetli bir tos ile kendini arabadan dışarı fırlattı.

Daha baba oğul toparlanamadan, koyun çamlı tepelere, özgürlüğe doğru kaçmıştı bile. Hakkı kendisinden beklenmeyen bir çeviklikle hayvanın peşi sıra koştu ama sık orman ilerlemesini engelliyordu. Kurbanı gözden yitirdiler.

Suade ve Ayça yaklaşan araba sesine dışarı fırladılar. Sofrayı çoktan hazırlamışlardı. Kayrak taşlı yolda ilk Emre’yi gördüler. Kaş göz yapıyor, bir şeyler anlatmaya çalışıyordu. Arkadan Hakkı belirdi. Suratı pancar gibiydi. Alnı ter içinde, kafasındaki biraz saç dağılmış, kaşı gözü yer değiştirmişti. Suade ters giden bir şeyler olduğunu hemen anladı. Koyun da yoktu görünürde. Emre başlarına gelenleri evdekilere anlatabilmek için babasının yatmasını bekledi.

O günden sonra kurban konusu bir daha açılmadı evde. Bayramı zeytinyağlı sebzeler, börek, balık, salata ile geçiştirdiler. Suade komşudan gelen kurban etini alelacele derin dondurucuya attı. Emre ile Ayça arada anlamsız gülme krizlerine yakalandılar. Korkmasa Suade de katılacaktı onlara. Bir taraftan da üzülüyordu kocasının yaşadığı hayal kırıklığına. Üstelik onca para bu sıkışıklıkta havaya uçuvermişti.

Yaz boyunca Hakkı yatmadan önce çamlığa doğru yürüyüş yapmayı bir alışkanlık haline getirdi. Ormanı dinliyor, kaçırdığı kurbanın seslerini duymaya çalışıyordu. Hep bir ümit vardı içinde, ufacık bir ümit.

Oysaki gecenin derinlerinden yaban domuzu homurtularından başka bir şey gelmiyordu.

Füsun Çetinel

0 yorum :

Yorum Gönder