Ayten'in Hasanı

| 0 yorum

Ayten'in Hasanı


Hasan çamlıktaki çadırından yarı beline kadar dışarı süründü. Çapaklı gözleriyle çam ağaçlarının arasından denize uzanan patikayı süzdü. Ne bir turist vardı görünürde ne de bir köylü. Deniz bu sabah o kadar kıpırtısızdı ki berrak sudaki çakıl taşları bile seçilebiliyordu bulunduğu yerden. Çalıbülbülleri bir havalanıp bir kondular. Çamların zamklı baharat kokusu her yanı kapladı.

Evdeki sabah çırpınışlarına ne kadar uzak bir huzurdu buradaki. Ayten çoktan yataklara girişmiş olmalıydı. Yorgan, çarşaf, yastık, ne varsa iplere, güneşe sermişti bile. Kahvaltıya kadar tüm evi baştan sona elden geçirecekti illaki. Koltuk örtüleri, minderler, yolluklar, masa örtüleri, yoluna çıkan her şeyi silkelerdi Ayten.

Evdeki çırpınışlar aklına gelince daraldı Hasan. Denize doğru üç beş adım daha yürüdü. Toprak yolun bitişiğindeki ağaçtan keçiboynuzu kopardı. Etliydi, ballıydı, tam istediği gibiydi bu mevsim. Usulca yere çömelip sırtını ağacın pütürlü kabuğuna yasladı. Özlemişti, ağaç da olsa sırtını birine yaslamayı ne kadar özlemişti.

Emekli olacaktı da, evinin yanındaki bağı bahçeyi ekecek, domatesleri biberleri ile sohbet edecek, Sürmeli’nin pembe memelerinden ılık sütü kendi elleriyle sağıp kaynatmadan ilaç niyetine içecek, huzur içinde geçirecekti kalan günlerini. Saf hayalleri vardı.
Evde herkese yer vardı da bir ona yoktu. Oğlanlar işsiz, damat işsizdi uzun süreden beri. Bir yere kıvrılıp yatacak, yer yok. Buzdolabı hayrat, gelen istediğini yer. Hasan’ın canı bir şey çekse havayı alır. Çekirge sürüsü gibi her şeyi yer bitirir evdekiler. Dışarı çıkmaya yeltense ayakkabıları bile yerinde değil. Kim giyip gitti bilinmez. Oğlanlar, damat, konu komşu. Çit çekeyim, şişmiş kapıyı törpüleyeyim der çekiç yerinde yok, testere kim bilir kimde. Merdiven çoktandır kayıp. Ayten’in umuru değil. Yeter ki çocukları, torunları, anası, akrabaları etrafında olsun. Ona göre herkes haklı, bir Hasan yanlış. Hasan huysuz.

Ne yapalım kıymetimiz bu kadarmış, dedi kendi kendine. O ara Sarman çamlıktan kuyruğu havada çıkageldi. Ağzı burnu tırmık içinde, belli ki kavgadan çıkmış.
- Ne o oğlum, karnın mı acıktı? Daha dükkânı açmadık. Bak, Benekli hala çadırda. Turistler de uyanmamışlar. Sen ne dikildin babanın başına erkenden? Sarmanım benim, kavgacı oğlum. Gece boyu zamparalıklarda sürttün, acıktın.

Sarman yemekten umudunu kesince kırmızı sardunya tenekesinin gölgesine boylu boyunca bıraktı gövdesini, gözleri bir çizgi olana dek kapandı. Çoktan mırlamaya başlamıştı.

Sabahın sessiz keyfini, ağlarını toplamış balıktan dönen motor kesti. Pata pata pata, durgun denizi yararak ciyaklayan martılarla birlikte limana ilerledi.

Temizlik zamanı, deyip doğruldu Hasan. Gece pijama gündüz kıyafet olan eprimiş, rengi dönmüş tişörtü çıkarıp ağacın bir dalına astı. Yalınayak kumlara, oradan denize yürüdü, su dizlerine geldiğinde az durdu. Taze suyu avuçlayıp kollarını, pörsümüş göğsünü ıslattı. Berrak suda yanardöner balıkları, kuma gömülen yengeçleri, açılıp kapanan kum midyelerini izledi. Sırtına vuran güneş kemiklerini ısıttı. Yorgun bedenini usul usul denize bıraktı, tuzlu su burun deliklerine, ağzına, gözlerine doldu.

Piknik masasındaki tüpte su dolu çaydanlığın kaynamasını beklerken, çam ağacının dalına astığı tıraş aynasına yürüdü.

Bu eski aynayı baba evinden taşımıştı evlenirken. Tıraş olacağı günler çıkarır banyo duvarına asar, işi bitince hemencecik çekmeceye kaldırırdı. Torunlar oynayıp kırar diye ödü kopardı. Aynayla dertleşirdi Hasan. Başka kim dinlerdi ki onu bu insan dolu evde? Ayten hep dinler gibi yapardı ama aklı torunlarda, oğlanlarda, kızda, onların yemeklerinde, okullarında, derslerinde, işlerinde, sorunlarında olurdu.

Aynada tıraşı uzamış, güneşten kavrulmuş, avurtları çıkık bir surat gördü. Kafasının her iki yanında beyaz birkaç tel saç ancak kalmıştı. Siyah gür kaşları sanki başka birinindi de emaneten yüzüne verilmişti. Beyazı çoktan yitip gitmiş bulanık, yorgun bir çift göz bakıyordu. Gülümsemek istedi, ağzı garip bir şekilde çarpılıp kaldı. Gülmeyi bile unutmuşsun Hasan, dedi kendisine yabancı gelen aksine.

Hemen aksinin arkasında mavi deniz görünüyordu. Pırıl pırıl yüzeyinde sabah güneşinin tembel ışıkları dans ediyordu. Kaskatı ağzı gevşedi, kemikleri çarpılmış elleriyle okşadı görüntüyü.  Birkaç damla yaş aynadaki görüntüyü bulandırdı.
Kahverengi fayanslar. Ayten’in çeyizinden kalma işlemeli havlular. Duvardaki rafta kızların parlak renkli ojeleri, makyaj malzemeleri. Askıda torunların ördekli pembe mavi bornozları, damadın tuvalette okuyup, havluluğa sıkıştırdığı ıslanmış gazete demeti. Özlüyor muydu tüm bunları?

Kaynayan suyun fokurdayan sesiyle kendine geldi. Çayı demlemeye koyulmuştu ki toprak yolda kendisine doğru yaklaşan İsmail’i gördü. El sallıyordu.

Günaydın Hasan enişte. Ne var ne yok?

Hayırsız İsmail? Köye yolun düşer miydi senin, kasaba adamısındır sen.

Aşk olsun enişte! Hepimiz çok merak ettik seni. Ayten ablam yataklara düştü senin yüzünden. Oğlanlar da çok kızdı. Bu yaşta hiç yakışır mı sana, ormanda, çadırda yatıp kalkmak?

Ablanı bana anlatma Allah aşkına.

Dediydi ben de geleyim diye de, kadının başında bir sürü insan var. Torunlar tatilde. Kızın damatla bir yerlere gitmiş, çocukları bırakacak kimsesi yoktu. Ablam sabah akşam ağlayıp durur. Kocasız kaldım bu yaşta, diye.

Şimdi mi aklına düştü kocasızlık? İlk önce kardeşlerim, anam, babam dedi. Topunuzu besledim, okuttum, everdim. Düğün derneklere Reşat altını almaktan anam ağladı. Orman müdürlüğünde basit bir memur, kaç lira kazanır? Ver Hasan, ver. Öde Hasan, öde. Arsaları otellere kaptırdım, paralar iki günde suyunu çekti. Bostan gitti, tarlalar gitti. Sürmeli ineğimi bile sattırdınız. Ablan demedi ki Hasan’ım üzülür, yazıktır adamıma. Herkesin ceplerine para sıkıştırdı. Bunlar yetmedi çocukların, akrabaların kredi kartı borçlarını ödedim.

Kızma be enişte. Altın gibi bir kalbi var ablamın.’

Var da bana ne hayrı dokundu? Kardeşlerimi okutacağım deyip herkesi kasabaya eve doldurdu. Sana ne anlatıp duruyorum ki bildik şeyleri. Yok, ama en son ettiği bardağı taşırdı artık. Burma bileziklerini satıp, büyük oğlana araba almayacaktı. Taksicilik yapacakmış sıpa. Turist karıyla manzarada oynaşırken denize uçtu. Hiç konuşma, sen de onun işbirlikçisisin. Her yediği boktan haberin var.

Ekmek kuran çarpsın taksiden haberim yoktu. Çay oldu sanki enişte. İçsek mi? Ayten ablam akşamdan kıymalı börek yapmıştı. Senin torunlar tepsiyi bir oturuşta yemişler. Kusura bakma eli boş geldim. Burada da mı buldun bu kedileri?

Avunuyorum işte.

Oğlanlar babam delirdi diyorlardı da, inanmamıştım. Hadi be enişte kalk da eve gidelim. Ne işin var kedilerle?

Benden umudunuz kesin artık. Emekli maaşımı da ablana bıraktım. Bizim babamız yok deyip kestirip atsınlar. Bana bu yaştan sonra bir tek huzur lazım.

Şimdi güzel de bunun yağmuru var, seli var.’

Ben paçamı sizlerden kurtardım ya, gerisi boş.

Enişte, kızıp köpüreceksin şimdi ama… Gazeteler yazdı. Hani şu fark ödemesi var ya?

Diyordum zaten boşuna gelmez bu buralara diye.

İşte bankalar o fark ödemelerini vermeye başlamış. Hani haberin olsun, yazık kalmasın devlete… Yanlış anlama bak.

Yazıklar olsun. Tarlaya dadanan çekirge sürüleri gibisiniz.

Mehmet dedi ki, hani duracaksa öyle bir kenarda. Kontör işine girecekmiş. İyi para varmış ama nakit gerekiyormuş. Kendi söylemeye çekindi.

Koynumda yılan beslemişim ben, çocuk değil. Hani onun işbirlikçisi değildin? Hani ablan çok merak etmişti?  Söyle ona, vermiyorum. Bana lazım. O evden çıktım ya, bitti artık. Her şey geride kaldı.

Bana hiç kızma, ben aracıyım. Ama bak yaşlı adamsın, gün gelir ailene muhtaç olursun. Hastalansan kim bakacak?

Hasan cevap vermedi. Güzel başlayan gün daha öğlene varamadan ağzında ekşi bir tat bırakmıştı.

Benekli yattığı yerden kalkıp Hasan’ın kucağına yerleşiverdi. Kuru elerini, yaşlı yüzünü yalamaya başladı. Kedinin zümrüt gözleri yaşlı adamın bulanık gözlerine kilitlendi. Kendini hafiflemiş hissetti yeniden.

Lafı uzatmayalım İsmail. İş güç seni bekler, meşgul adamsın. Sen en iyisi vakitlice yola çık. Ablanı merakta koyma. Soranlara, beni çok merak edenlere Ayten’in Hasan’ı gitmiş, yerinde bambaşka adam bir adam var artık dersin, dedi sonra da kendine taze bir çay koymaya gitti.

Füsun Çetinel

0 yorum :

Yorum Gönder